Uygar,
İkiye bölündüm. Bir tarafım herşeyi geride bırakmamı söylüyor; diğer bir tarafım ise sonuna kadar çabalamamı. Son bir kaç gündür kendime o kadar kızdım, o kadar kızdım ki sana anlatamam. Kendi halimden utandım. Yaptıklarım için üzüldüm. Seni mutsuz etmek istemezdim. Hem de hiç. Kafam ve kalbim neredeydi bilmiyorum. Tek bildiğim kendi dünyam o kadar boş ve yalnızdı ki sanırım seni de götürdüm o boşluğa. Bunlar geriye dönüşler ama ilerisi için gerekliler.
Bir tarafım, "güven bana" demek istiyor sana. Diyorum daaa!! ama artık ister misin bilmiyorum kiiiiii????? Bugün hava güneşliydi, uzun uzun okyanus kenarında oturdum. Çocuklara baktım. Bir tane arap kızına geriden geriye ip atlamasını öğrettim. Çok şapşal ve güzeldi. Aylar sonra güneşi görmek sonra dibimde kırıntılardan nasiplenen güvercinleri izlemek çok güzeldi. Şöyle bir dünyanın bu haline bakıyorum da, herşey o kadar güzel görünüyor ki. Ağaçlar, toprak, kuşlar; güneş, ay, yıldızlar, mevsimler, sinekler (Bir güvercin bugün ayağımla çiftleşmeye bile çalıştı bu arada: DOĞA MUCİZESİ!!!). Ama neden güzeller biliyor musun?Hepsi birbirlerine ihtiyaç duyuyorlar. Öyle bir birliktelik ki onlarınki bir tanesi işin ucunu kaçırınca diğer toparlıyor sanki. Toparlayamayanlar ise başka birşeye dönüşüyorlar. Bütün bunları yeniden görebilmek için dünyanın bir ucuna gelip seni kırmam mı gerekmiş? Kaderin ve aptallığın böylesi! Hayal kırıklığının; hayal eksikliğinin böylesi!! Ruh yoksunluğu. Ama bu mektup bunlar için yazılmıyor. Daha çok sana bir hayalimden bahsetmek istiyorum. Son defa da olsa sana ve senin için anlatmak istiyorum, Olur mu?
Şöyle başlıyor; önce ellerini karnına yakın bir yerlerde bitiştir. Ve rahatça otur. Ve sana anlattığımı hisset. Ne olur sesimi duy?
Bir varmış bir yokmuş. Uzun zaman önce, geceleri akşam sefalarının açtığı bir yerde, zakkum çiçeklerinin çevresinde döner dururmuş ateş böcekleri. Çocuklar elmaları taklit edermiş. Düşerlermiş tek tek annelerinin karınlarından. Pervane böcekleri haber verirmiş ormanın içinde düşen çocukları tekerlemelerle, gülücüklerle, neşeyle; fısıldarlarmış rüzgara " Biri daha geldi aramıza hoş geldi; iyi ki gelmiş!!!"
Bu yerin çevresi sularla kaplıymış. Karadan bakınca yer ve gök birmiş. İkisi de aynıymış. Maviymiş. O zaman daha bizler havada yürüyebileceğimizi sanıyormuşuz. Bu yerde, meraklı gözlerle bakan kıvırcık saçlı bir kız çocuğu yaşarmış. Kahverengi gözleri ile ufuklara bakarmış. Bir gün bir noktacık belirmiş maviliklerin arasında. Küçük kız gözlerini kısıp, bakışlarını noktacığa dikmiş. Gecelerce tepede yatmış. Noktacık büyümüş. Büyümüş. Giderek yakınlaşmış. En sonunda bir sabah görmüş küçük kız; kayık ve içindeki saçı sakalı birbirine karışmış adamı. Sonra adamı izlemeye başlamış.
Adam her gün kalkıp deniz suyuyla yüzünü yıkarmış. Sakallarındaki tuzlar güneşin altında parlarmış.Yanık teni, buruşuk kürek kemikleri. İnce bedeni. Adam sabah yüzünü yıkadıktan sonra oltasını atar akşama kadar balık tutmak için beklermiş. Her gün de tutarmış. Balığını yedikten sonra güneşin altında kestirirmiş. Geceleri kalktığında kayığının odunları arasında sek sek oynarmış, taa ki güneş doğana kadar.
Bir gün garip birşey olmuş. Kayıktaki adam elindeki kürekleri serin sulara bırakmış.Kız gördüklerine inanamıyarak gözlerini avuşturmuş. Çok şaşırmış kürekleri attığına adamın. Küçük kız merak içinde düşünmüş: " Kimmiş bu adam ve nerden geliyormuş? Peki ya neden kürekleri atıyormuş?".Düşünürken, bir yandan koşmaya başlamış. Kumsala vardığında adamı kayığın içerisinde havayı koklarken bulmuş. Etrafta kimseler yokmuş. Göz göze gelmişler uzaktan, uzağa. Kız el sallamış. Adam cevap vermemiş, sadece donuk gözlerle sahile doğru bakmış. Küçük kız bir süre orada öylece durmuş.Adam bir süre sonra, sahilden yana bakışlarına oltasına çevirmiş ve kalan balıkların parçalarını oltasına yem yapıp, suya bırakmış.
Bunu görünce kız, telaşla ormanın içerisine doğru koşmaya başlamış. Yolunu bir orman cini kesmiş.
"Nereye böyle telaşla bakalım?"
"Pervaneyi bulmaya"
"Nedenmiş o bakalım?"
"Önümden çekil acelem var!"
"Sana izin vereceğimi nereden çıkarıyorsun?"
"Benden ne istiyorsun?"
"Sırrını"
"Neden sana vereyim ki sırrımı?"
"Yoksa geçemezsin!"
Kız orman cinini şaşırtmaya çalışmış. Ama orman cini bir atlayışla kızı durdurmuş. Kız en sonunda pes edip,
"Peki sana söylersem ne olacak?"
" Ben bu ormanın girişini korumakla yükümlüyüm. Her türlü yeni şey benden geçer önce. Eğer söylemezsen bir daha geçemezsin asla!"
"Yani, sana söylemezsem o zaman izin vermeyeceksin evime dönmeme?!"
"Evet, aynen öyle"
Bunu dedikten sonra orman cini gülmüş gürültülü sesi ile; inlemeleri ormanda yankılanmış kesik kesik."
Kız, korkmuş. Arkasını dönmüş ve kumsala doğru koşmuş. Artık evine dönemiyormuş. Sıcak kumlara oturmuş. Adam gündelik faaliyetlerini görmeye devam ediyormuş.
"Uçabilsem keşke!! Keşke uçmayı bilsem, o zaman gidebilirim adamın yanına"
Düşünmüş sıcağın altında. Nasıl başka türlü ulaşabilirim adama diye. Adamın ilgisini çekmeye çalışmış ama adam görmüyormuş. Her gün aynı şeyleri yapmaya devam etmiş; kız gecelerce oturmuş kumsalda. Yıldızları sayıp, birleştirmiş tek tek; şekiller düşmüş aklına, ok atan bir tay, saçları yılandan bir kadın. O kadar çok bakmış ki yıldızlara en sonunda evini görmüş bir gece dolunayın soluk benzinde. O zaman kalkmış. Biraz çalı çırpı toplamış. İçinden en çok sevdiği şarkıları ve duyguları geçirerek, dua etmiş. Ve büyük bir ateş yakmış. Alevler ve duman o kadar büyükmüş ki, az geçmeden kuşlar çevresine toplanmış.
Toplaşan kuş sürüsünden ayrılan bir albatros ve papağan kıza doğru yaklaşmışlar. Kız aleve ve alevin gerisindeki adama bakıyormuş. Sanki herşey durmuş gibi bakıyormuş. Deniz her zamankinden çok durgun ve akıntısızmış. Albatros ve papağan kızgınlıkla:
"Küçük kız napıyorsun?"
Kız cevap vermemiş.
"Kız, bu ateşi durdur; yoksa hepimiz öleceğiz."
Kız cevap vermiş: "O zaman bana uçmayı öğretin!"
Albatros ve papağan birbirlerine gülerek bakmışlar.
"Sen uçamazsın ki"
Kız şaşırmış. Uçabileceğini sanıyormuş. Sıcak kumlara tek bir hamle ile oturmuş. Hayal kırıklığı ile:
"O zaman nasıl oraya gideceğim?"
"Nereye?"
"Oradaki kayığa?"
"Orada kayık yok ki!!"
"Peki ya oradaki adam. Görmüyor musunuz?"
Papağan bir martıyı gidip bakması için görevlendirmiş. Martı, hiçbir şey yok haberini getirdiğinde, kızın gözleri ıslanmış.Albatros kıza yaklaşmış ve kanatlarını açarak;
"Yangın! Ormanın girişi yanıyor!!!"
Albatrosun derin gagasını açması ile orman girişinde telaşla orman cini belirmiş. Koşarak ve söylenerek kızın yanına gelmiş: "Biliyordum aptalca birşey yapacağını!!! Biliyordum!!!Neden yakıyorsun her şeyi ne için???"
Albatros şaşkınlık içinde bakan kıza dönüp inlercesine,
"Kızım durdur bunu. Ancak sen durdurabilirsin!!"
Kız adama bakmış, adam her şeyden habersizmiş. Kız hala sayıklıyormuş: "Oraya gitmeme yardım edin!"
Kızın sayıklamaları arasında albatros kıyıya doğru yaklaşan yunusa doğru yürümeye koyulmuş. Bunu fark eden küçük kız, denizin kumlarla kesiştiği çizgiye koşmuş. Bir anda, yunus ve albatrosun sessiz konuşmasını keserek: “Görüyor musun, kayık ve adamı?” diye sormuş. Yunus kıza bakmış ve albatrosa: “Beni kızla baş başa bırakın” demiş. Albatros üstelemiş: “Peki ya yangın!”. Yunus, başıyla işaret ederek “Adanın öteki ucunda korsan kazasından kalan kovalar var. Su doldurup, ateşin üstüne atın!”. Aynı anda kuşlar havalanmışlar.
Yunus kıza, “Bana doğru gel!” demiş.
Kız suyun içine girmiş, tek tek. Soğukluk damarlarını ürpertmiş. Yunus arkasını dönüp,
“Sırtıma tutun ve derin bir nefes al” demiş. Uzun ve derin bir nefes aldıktan sonra, yunus kızı denizin derinliklerine götürmeye başlamış. Havasız kalmaması için bir kuyruk hareketi ile kızı ağzına çekmiş. Böylece kız ne zaman nefessiz kalsa, yunus ağzını kapatıp kıza nefes veriyormuş.Yunus, her ağzını açışında bir sürü damla su içeri kızın saçlarından aşağıya akıyormuş. Ama kız suya giderek alışmış. O ilk girişindeki soğukluk yavaş yavaş geçmiş.
Bir süre böyle ilerledikten sonra, bir mercan kayalığına gelmişler. O zaman yunus ağzını açıp, çevreyi göstererek kızla konuşmaya başlamış:
“Bu gördüklerin mercan kayalıkları. Bu renkler bizim evimizdir. Bizler onlarsız yaşayamayız.”
Küçük kız kayalıklardaki renklere şaşkınlıkla ve hayretle bakakalmış. Yunus bunu fark edip: “Çok güzeller değil mi?”demiş. Kız yanıtlamış: “Evet öyleler!”
Yunus devam etmiş:
“Bir zamanlar o kadar çoklardı ki, ama bizler karadan suya geçişimiz sırasında denizi ve rüzgarı o kadar kızdırdık ki, onlar da evlerimizi yok ettiler. Buruşuk bedenlerimiz karşılığı, dalgalar unufak etti kayalıkları. Böylece kumlar çoğaldı ve karalar renklendi.”
“Yani sen de eskiden benim gibi miydin?”
“Evet...Suda her şey buruşuk görünür ama aslında her şey kaygandır ve geçirgen. Tıpkı toprak gibi her şeyi içine alır; ıslatır ve içinde çözer. Bazen sürükler; akıntı o kadar güçlüdür ki. İlk zamanlar buna alışmak vakit almıştı.”
Bunları söyledikten sonra yunus yüzeye yönelmiş. Yunusun ağzında yol alan küçük kız, su yüzeyine yaklaştıkça ayı görmüş ve evini ve bitmeye başlayan yangını. Şimdi her şeyi görüyorlarmış. Adayı, denizi, dağı, gölü ve ormanı. Yunus, “Görüyor musun?”. Küçük kızın içini bir acı kaplar: “Evet”. Yunus devam eder: “Acını hissediyorum küçük kız, ama anlamalısın yüzeceksen her şeyi bırakmak zorundasın. Su karadan farklıdır. Yüzmek başkadır. Her şey değişecek.” Kızın burnuna ufak bir yağmur damlası düşmüş. Uzaklarda bir yerlerde bir şimşek görünmüş. Sonra, yunus yeniden dalmış derinlere. Daldıkları an çevrelerinden bir sürü balık geçtiğini görmüş küçük kız yarım yamalak suların arasında. Yunus anlatmaya devam etmiş:
“Ben karadayken bir kurttum. Suya girdikten sonra teker teker tüm tüylerim döküldü. Tuzlu su genzimi hala yakarken, önce burnum buruştu. Sonra hastalandım. Nefes alamaz oldum. Uzun uzun kayalıkların dibindeki yosunları yedim. Sonra bir sabah, bir balık geldi; ve aslında hasta olmadığımı ama değiştiğimi söyledi. Ciğerlerim büyümüştü. Suyun altında nefes almayı öğrenmek çok zamanımı aldı. “
Küçük kız uzun bir sessizlikten sonra, sabırsızlıkla “Peki ya adam, adam gerçek mi??”
“Bunu ancak sen söyleyebilirsin.” diye cevapladı yunus.
“Suya ilk girişim nedendi biliyor musun? Kaçıyordum. Büyük bir parsın öğleden sonra öfkesine hedef olmuştum. Yemeğini çalarken yakalanmıştım. Kumsalda pars bana “Bir daha asla dönme” dedi. Suya baktım. Bir daha hırladı. “Dönersen işin bitik! Seçimini yap!!”Ben de seçimimi yaptım. Suya girdim ve bir daha dönmedim.
Kız anlamakta zorluk çekiyormuş. Neden bütün bunlar onun başına geliyormuş? Tuzlu suyun karnını yaktığını hissetmiş.Yunus, “Korkma yanma tuzlu sudan. Bu çok normal. Seçimini yapmadan önce sana yaşayacağın acıyı hissettirmek istiyorum.”
Küçük kız bu sefer öfkelenerek, “Peki ama neden hep acıdan bahsediyorsun!!!???”
Yunus bu cevaba şaşırarak,”Su çok eğlencelidir de ama acısını bilmeden rengini görmezsin. Rengini görmeden acısına katlanamazsın.”
Sonra yunusun ağzında müthiş bir çığlık duyulmuş. Ağzını açtığında küçük kız başka bir yunus daha görmüş. İki yunus yan yana geldiklerinde küçük kızın artık kulak zarları inliyormuş. Küçük kızın bedeni , dayanılmaz titreşimler sonucu kendinden tam geçti geçecekken ufak ufak konuşulanları duymaya başlamış.Diğer yunus meraklanmıştı. Onları bir köpek balığının yediğini sanmıştı. Yunus küçük kızdan bahsetmiş. Diğer yunusa ağzını açıp göstermiş. Ardından, iki yunusun yarattığı konuşma çığlıkları birazcık olsa da dinmiş.Sonra, yunus küçük kıza “Herkes neden ormanı yakmaya çalıştığını öğrenmek istiyor”. Küçük kız sersemlemiş bir halde, “Adamı merak ediyorum. Güneşte kürek kemiklerini, geceleri parlayan saçlarını izledim. Adam, kayığıyla geldi ve sonra yarı yolda kürekleri attı. Yanına gidip ona dokunmak istedim. Sorularım vardı. Neden gelmişti? Neden kürekleri atmıştı? Hiç konuşmadan özlemiştim. Hiç tanışmadan konuşmuştum. Sonra, uçmayı öğrenmek için pervaneyi bulmaya ormana koştum. Ama orman cini ormana girmeme izin vermedi.”
Yunus kızarak, “Dar kafalı cin. Değişimden nefret eder o. Kayığı o da görmüş olmalı.“
Kız duyduklarına inanamayarak, “Yani adam ve kayık gerçekler.”
“Evet öyle gerçekler” . Sonra yunuslardan biri düşen küreği göstermiş. Yunus devam etmiş: “O da yüzmeyi öğrenenlerden. Daha farklı bir biçimde. Onu buraya getirenler bizleriz. Ona geceler boyu yol gösterdik. Onunla oyunlar oynadık. Sessiz kalıp sıkılmasın diye balık sürülerini şarkılarımızla arkamızdan sürükledik. Olta yapmasını öğrettik. Onu sadece sen görmedin, birçok insan gördü ama yüzmeyi öğrenmeyi isteyebileceğini düşünmemiştik. Hele ormanı yakacağını asla bilmiyorduk.”
Kız cevaplamış: “Orman benim evimdi ama adam da gerçekti!”
Yunus devam etmiş: “Merak etme küçük kız, yangın zaman ve suyla sönecek. Hayatlarında yangın hiç görmedikleri için, ateşi senin hislerinin çıkardığını sandılar. Ama seni onlardan alırken, onlara suyun sırrını verdik. Anlamalısın, seni geri kumsala bıraktığımızda “Ya suya gireceksin, ya da geri dönüp olanlara ve sonuçlarına katlanacaksın.”
Kızın Evi
Bir orman ortasında bir dağ; dağın ortasında bir göl. Kız, bir elma ağacından düştüğünde tüm pervaneler sevinçle bağrışmışlardı. “Kızardı yeşildi; düştü burnu havadaydı!”
Toprakta yuvarlandığında tırtıllar gelmişlerdi kalın ama hassas bedenine. Günler, gecelerle, mevsimler dolunaylarla kovalanmış. Elma en sonunda kök vermiş. Minnacık bir kız çocuğuna dönüşmeye başlamış. O zaman ateş böcekleri bağrışmışlar: “Kök verdi yuvarlanıyordu; sapı düştü koçanı biçimlendi.”
O gün adını DİVANE koymuşlar kızın. Divane o günün doğumunda yürümeye başlamış. Ağaçlara tırmanmış, Topraklara dolanmış. Koşmuş. Sinekleri avuçlamış. Kelebek yakalamaya çalışmış. Bir arı tarafından sokulmuş. Gecelerce arının zehri ile kıvranmış. Zaman ilerlemiş. Adadaki diğer küçük kız ve oğlanları tanımaya başlamış. İnce ve korkusuzmuş. Herkesi kendi gibi sanmış uzun süreler. Sonra tek tek yılan tohumları gelmiş üzerine. Taa ki karnı şişmeye başlayana dek. Diğer küçük kız ve oğlanlar gülmüşler kızın karnına. Alay etmişler. Divane kızmış. O kadar kızmış ki, en sonunda bir gece ağlayarak o tepeye çıkmış. Ve orada, içindekini dışarı çıkartmış. Bu sefer yanında kimsecikler yokmuş. Bir yılan doğmuş içinden, dışarıya süzülüp gitmiş.
Karnının şişi inince, küçük kız ve oğlanların yanına dönmüş. Kimse kurcalamamış ne olduğunu, ama hep konuşmuşlar aralarında. Duydun mu divanenin karnında ne varmış!! Koskoca bir karpuz! Hayır patates, koskoca bir patates! Divane, konuşmaları duymamak için tekrar tekrar tepeye çıkmaya başlamış. Ormanın sesi ile ufuğa bakmış gecelerce. Sonra adamı görmüş ve kayığı. Gerisini biliyorsun.
SON
Yunus devam etmiş, “Gitmeden önce sana birini tanıştırmak istiyorum. Bu benim eşim. Uzun mevsimlerdir hiç ayrılmadık. Onu gördüğüm ilk günü hatırlıyorum. Gözleri tuzdan çapaklanmıştı. O kadar tuzluydu ki bedeni tek tek yalayarak temizlemek zorunda kalmıştım. Çok oyuncuydu. Atlayıp, balıklarla yarışmak en çok sevdiği şeydi, hala öyle.”
İki yunus birbirine bakıyorlarmış. Küçük kız yunusun ağzında dayanılmaz derecede güzel bir koku duyumsamış. Yunus devam etmiş: “Sevginin bin bir değişik türü vardır. Sevgi suda farklı, karada farklıdır. Ve asıl yolculuklar geri dönüşlerdir. Geri dönüşler ise sadece aşk ve sevgi ile mümkündür. Sevgi oyun, aşk ölmek demektir. Seçimini neye göre yaparsan yap, bunu sakın unutma. Orası senin evin, gerisi ise derinlik. Derinlerde aşk sevgi, sevgi aşk olur. Birbirine karışır bazen. Ama sevgi affedicidir. Aşk ise değiştirici, dönüştürücü. Biz onunla böylece eşiz. Biz böylece biriz. Anlıyor musun küçük kız?”
Yunus küçük kızı eşine tanıştırmak için ağzını açmış. Küçük kız diğer yunusun gözlerini görmüş. Işıl ışıl. Yunus buruşukluğun verdiği müthiş bir özlemle küçük kıza bakmış.
Küçük kız uyandığında kumsaldaymış. Ateş söndürülmüş ve herkes evine dağılmışmış çoktan. Sadece albatros oradaymış.
Küçük kız kayığa bakıp, albatrosa dönmüş: “ Buraları yaktığım için üzgünüm. İsteyerek olmadı. Sadece haber göndermek istemiştim pervaneye bana gelip uçmayı öğretmesi için ama şimdi anladım ki, öğrenmem gereken yüzmeyi öğrenmekmiş.” Albatros, küçük kızın yanına gelip, “Korkma”demiş. Kız, “Korkmuyorum . Neşe doluyum suya giriyorum” demiş. Ardından kulaçları arasında maviliklerle oynayarak kaybolmuş.
Uygar,
Hikayeyi tamamlayamadım çünkü sanırım hikayeyi tamamlayacak olan sensin. Her halikarda sensin ve sonra yeniden benim. Ama herşey için özür dilerim. Lütfen gitme!!! Seni kaybetmek istemiyorum. Ben çok aptallık ettim. Nasıl böyle bir insana dönüştüğümü bilmiyorum. Ama artık bitti. Hadi ne olur gel beraber büyüelim; berbaer küçülelim!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Eda
No comments:
Post a Comment