KEÇİ YAKALAMA; YÖNTEM TARTIŞMASI
I
“Buradayım, bekliyorum””
“Neden?”
“Keçileri yakalamak için”
“Neredeler?”
“Gelecekler, mutlaka gelirler. Hep gelirler”
“Yakalayıp ne yapacaksın?”
“Hepsini Pan’a vericem”
“Karşılığında ne alacaksın?”
“Kürklerini ve ayaklarını”
“O zaman atlerini satacaksın Pan’a, öyle mi?”
“Öyle”
“Peki yakalamak için bir planın var mı?”
“Planım mı? Her zaman bir plan vardır”
“Meselaşu taş var ya, şu kaya; oradaki krizantem çiçeklerini yerler. Tam kafalarını eğmiş, yemek yerlerken, bir tanesinin üzerine tam omuriliği ile gövdesinin bağlandığı yere atlayacağım. Sonra tabi bana tekme atmaya çalışacak. Ama beceremeyecek”
“Sadece bir keçi götüreceksin Pan’a?”
“Hayır, daha bir çok”... “Düzinelerce götüreceğim”
“Ve hepsini bu şekilde yakalayacaksın, öyle mi?”
“Hayır tabi ki” “Diğerlerini de sütle kandıracağım!”
“Belki de hepsini uçuruma doğru kovlayabilir ve binlercesini bir anda yakalayabilirsin?”
“Ama zarar görmemeleri önemli. Pan, o etleri yiyecek, hem zaten kim kemikli et yemek ister ki?”
“O zaman onları kandırmak ve teker teker yakalamak belki de en iyisi senin durumun için...” “Peki onları izledin mi, nerelerde, nasıl kandırabileceğini biliyor musun?”
“Çok fazla izlediğim söylenemez. Şöyle bir göz gezdirdim desek daha doğru olacak sanırım.”
“Mesela en bir tanesin, şu an buradan görebiliyorum. Öylece sakin sakin oturmuş otluyor. Ama ayağı ve gövdesi her an ani bir sıçrayışa hazır. Şimdi söyle bakalım, onu nasıl yakalarsın?”
“O kadar oynak durduğuna emin misin?”
“Ben de tam olarak onu soruyorum sana”
“İyi bir plan yapmak lazım. Sessizce çalıların arasından süzülsem”
“Kulakları açık ve seni dinliyor; en ufak bir çıtırdı herşeyi mahvedebilir”
“Aman ne olacak o kaçsa, daha çok keçi var. Mutlaka bir tanesini yakalarız.”
““ız” !! Lütfen ortalığı karıştırma, bu işte yalnızsın, ben sadece senin odaklanmana yardımcı oluyorum. Ya da şöyle diyelim, keçilerle konuşup onları avlayabilmen için ışık yakıyorum, ama gerisi tamamen sana ait!”
“Bugünlük bu kadar yeter! Keçileri düşünmeliyim.” Dedim ve ondan uzaklaştım. Ateşin sol çaprazına yaydığım keçi postunun üzerine uzandım. Keçilerin kokusu burnuma geliyordu. Sadece bir tanesi üzerinde yatıyordum ama daha binlercesinin izini sürebiliyordum şimdi bu keskin koku sayesinde. Keçiler, keçiler...Uyuyakalmşım.
Ertesi sabah kalktık. Kayalıklarda yürüyüşe çıktık- Keçiler, keçiler- Sağda bodur makinin yanında bir grup keçi- keçiler- Booom gerideki çalılıklara saklanıyoruz. Önüm arkam sağım solum saklanmayan ebe- keçiler, keçiler- Doğru anı bekle. Farzet ki bir keçisin- otluyorum-otluyorsun- Ayakların hem yere sağlam basıyor hem de zıplamaya her an hazır-Bir keçi gibi- Bir keçi gibi- Ayakları en oynak yeriyse oraya saldırmak lazım, haydi koşuyoruz keçiler- keçiler-keçiler-keçiler-keçiler-keçiler kaçtılar-evet kaçtılar-yakalayamadın keçileri kaçtılar...Böyle mi sürecek konuşmamız ve kaçıracak mısın keçileri? Diye sordu Allah’ın belası. Ban de haydi dönelim bir plan yapalım dedim.O da ne desin beğenirsin “Ne taraftasın keçilerle mi yoksa kendinle mi? Diye bir soru. Anlam veremedim ama düşündüm.Hala düşünüyorum keçiler keçiler keçiler....
II
Ağır aksak yürüyordu. Keçilerin kalabalıklığı içinde. Ellerinde sakatlık günlerinden tuttuğu günlükler. Eeteğinden aşağıya sarkıttığı koca derisi yüzülmüş kafa tasları. Derileri sanki vücuduna sarılmış. Belli, kabilesini öldürmüş.
Ağır aksak yürüyor, oturduğum kayadan göz ucuyla gördüğüm kadarıyla. Karşıdan görünüşü böyle. Üzerindeki derileri çıkarıp, kendine bir çadır yaptı. Bu onu ilk görüşüm. Onu diğer keçilerle beraber izledim.
“Acaba bir rakip mi?”
“Olabilir. Dikkatli olmalısın” dedi yanımdaki çok bilmiş ve benden her türlü av bilgisini saklayan usta keçi avcısı!
“Benden daha iyi avlayabileceğini sanmıyorum”
“Neden? Sen çok iyi bir avcı mısın? Hem baksana bir çadırına”
Keçiler bu çadırın yanına sokuldular. Tuhaf bir kokusu var. Neredeyse ben de aldanıyordum. Tam bu anda konuştu.
“Düşmanınla arkadaş olmalısın. Ondan öğreneceğin çok şey var”
“Çok iğrençsin!”
“Sen de çok aptal!”
Midem bulandı. Neyse ki keçiler vardı. Bulantım kısa zamanda geçti.
Kadın bir ateş yaktı. Ne derisi olduğunu bilmediğim bir deriden yapılma eteğinin altından vajinası ve kılları gözüküyordu. Sanki iki ağzı vardı. Çok cezbediciydi. Ama hayır ben buraya bir görevle, bir işle geldim. Keçileri yakalamalıyım. Keçiler sıcağı seviyorlar besbelli. O bağdaş kurup, garip elips gözleriyle bize bakarken;
“Bizi karıştırmaaaaaaaaaa”
“Ya nereden duyuyor anlayamıyorum ki!”
Keçiler de sıcak ateşin etrafında toplaşıyorlar. Ama kadın keçilerden yana pek oralı değil. Daha çok, yiyecekmiş gibi bize bize, pardon ikimize (mutlu musun?) bakıyor. Acaba buraya Pan tarafından bizi avlaması için mi gönderildi?
“Olabilir” diyor yanımdaki.
Düşüncemi yeniden gözden geçirip, tasdikliyorum: “Olabilir”
Kadın torbasından mantarlar çıkarıp çevresindeki çalıların ucuna takıyor. Sonra da ateşte bir güzel kızartıyor. O kızartırken vajinasından bir tutam beyazlık iniyor. Şaşıyorum. Gözleri ateşten bana dönüyor ve bir el işareti yapıyor.
“Gel mi demek istiyor?”
“Bilmem”
“Peki ya bizi avlamak istiyorsa!”
“Bilmiyorum”
“Bu kadını daha önce bir yerlerde gördün mü, duydun mu, hani efsanelerde söylencelerde?”
“Sanmıyorum”
“Hep tek kelimeyle mi cevap verirsin kerpeten dudak?”
“Belki de kendin gidip bakmalısın ahmak!”
“Ya mantarları zehirliyse?”
“Aman ölsen bundan daha iyi bir durumda olacağın kesin!”
“İkinci uzun cümlen, aman gelişmenin bu kadarı!”
Bozuldu ve gitti.
Ben de keçilerin orada olduğunu düşünerek, eee haliyle benim derdim keçilerle, kalktım ve kadının yanına gittim.
III
Yanına oturdum. Hiçbir şey demedi.
“En azından kerpeten dudağı bıraktım geride.”, dedim kendi kendime.
“Kısa günün karı”
Mantarları pişirmeye devam ediyor. Bir sopa uzattı, ucunda mantarlar. Elimi mantarlara uzatmıştım ki, bir keçi de yanı başıma geldi.
“Yakala, Haydi” geri gelmişti at sineği.
Ben de üstüne atladım.
Keçi kaçtı.
“Kaçırdın aptal, hala öğrenemedin öyle yakalaymazsın!”
Geriye döndüğümde, kadının bağırmasıyla karşılaştım. Sanki beni de doğrayacakmış gibi hiç bilmediğim bir dilde bağırıyordu.
“Kaç” dedi. Kaçtım. Koşarken arkamdan kadına baktım. Beni kovalamadı ama sopasına takılı mantarlarıyla, o acccayip seslerden çıkararak arkamdan bağırmaya devam ediyordu.
Mağaraya vardığımda ter içindeydim.
“Aptal” dedi. “Eve kaçılır mı?”
“Artık evimi biliyor!” dedim, pişmanlıkla.
“Ama ben de onunkini biliyorum!”, dedim sonra gururla.
“Onun evi bir çadır, istediği şekilde gizlenir. Hem sen daha bir keçi bile yakalayamıyorsun! Ona bir baksana”
Anlayamıyordum. Keçiler çevresindeydi. Belliydi, usta bir avcıydı.
“Peki, neden?” dedim yüksek sesle.
“Off” dedi. “Öğreneceğin çok şey var daha!”
“Devamlı aynı terane, şu şeyleri bir öğretsen de bu cümleden kurtulsak!”
“Benim sana satacak dersim yok, müthiş laflarım da!”
“Ama devamlı sinir katsayısı satmasını bilirsin!”
Kafama setçe vurarak (biraz daha vursaydı bayılabilirdim), “Braz çalıştır şunu! Keçiler, keçiler! Takmışsın keçilere! Git defol! Dışarı çık!”
“Kimi kimin mağarasından kovduğunu sanıyorsun sen?!”
Bunu dememle, yuvarlak yüzü şişti. Boyu sanki benimkini aştı. Ve de-fooooool diye bağırdı. Beni asla karşı koyamayacağım bir güçle iterek, “DEFOOOOOOOOOL!!!!!!”
No comments:
Post a Comment