ANAKARA’YA VARIŞ
Her zamanki gibi bir gün başlangıcı. Anakara’ya ulaştık. Bugün deniz çok dalgalı. Geminin dümenini zor idare ettim. Yanımda Asa diye bir kadından başka hiçbir tayfa yok. Anakara’ya doğru yalpalyarak dalgalrın arasından yanaşmaya çabalarken, hemen iskelenin orada duran çiçekçiler gözüme çarpıyor. Bu büyük karaya şöyle bir göz gezdiriyorum. Pek öyle tropikal bir yer gibi durmuyor ilk bakışta. Sabah erken vakitler. Çiçekçilerden başka insanlar da var iskele çevresinde Yalnız ve tuhaf görünüyorlar. Tuhaf bir mekaniklikleri var. Daha önce izlediğim zombi filmlerini hatırlatıyor onların hareketleri. Herkes sanki çok önemli bir yere ulaşmak için Anakarayla ilgili pek de fazla bilgim yok (Buraya doğru yol almaya karar verişimiz çok eski ve köklü br hikayeye dayanıyor). Belki tapınağa gitme vaktidir diye geçiriyorum içimden.
Bir süre sonra demir atıyoruz ve gemiyi iskeleye bağladıktan sonra, Asa ile gece buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Ve ayrı yönlere yürümeye koyuluyoruz. Asa böyledir işte, benim gittiğim yöne gitmemek konusunda çok inatçıdır.
İskelenin hemen girişinde açıklık bir alan var. Bir an/m-fi tiyatroya benzetiyorum ama yine de emin değilim çünkü ne bir anons var, ne de çevreden geçen insanların tavrı an/m-fi tiyatroya delalet.
Açıklık alanda, sabah ilerledikçe hareket çoğalıyor. Yalnız bu hareket birbirinden o kadar uzak ve gelen geçeni izliyorum. Merak ediyorum bu insanlar nereye gidiyorlar böyle harıl harıl. Tapınak ve ibadet artık bitmiş olmalı diye düşünüyorum ama belki de Anakara’nın halkının ibadeti düşünülen ve düşünülebilecekten daha uzun sürüyordur diyerek merakımı geçiştirdim. Ve orada bir süre daha öylece oturdum. Sonra yanıma gazetesiyle bir adam geldi ve bana hiçbir şey demeden oturdu. O gazete okurken, ben de göz ucuyla gazeteye şöyle bir göz gezdirdim. Dillerini anlamak çok da zor değildi. Yakınlardaki başka bir kara parçasında uzun bir süre kalmıştık. Ama yine de başka bir şiveyle konuşuyorlardı. Bir süre sonra, gazete okuyan adamın yanına çayla elen başka bir kadın gördüm. Kadın merdivenlere doğru ilerlerken herkes ona bakmıştı. Acaba önemli biri miydi? Biliyorum ama daha sonra gözlerimle diğer kadınları takip ettiğimde, fark ettim ki buradaki tüm kadınlar sanki çok önemlilermiş gibi bakışlarla takip ediliyorlardı. Bu tuhaftı. Böylesini daha önce görmüştüm ama bu kadar sessizini hiç görmemiştim. Belki de kadınlara çok önem veriyorlardı. Adamın yanına gelen kadın, telaşla “iş” dedi. “İş”ten sonrasını pek duyamadım ama sanırım işe gidiyorlardı. Bu tuhaf karadaki koşuşturma demek buydu, herkes işe gidiyordu. İşin ne demek olduğunu biliyordum.
Ben çalışkan bir insanımdır. Benim için iş daha çok yılları alan bir arama süreci anlamına geliyordu. Aramak, bulmak; bulduğunda durmak ve sonra aramaya yeniden koyulmak...
Bu açık alanda, benden ve irkaç kişiden başka kimse oturmuyordu. Diğer oturanlar da koşuşturanlara nazaran (evet, onlara maratoncular demeliyim) daha farklı giyinmişlerdi. İr örnek değillerdi ama farklılardı işte, tıpkı benim gibi. Onlardan birine doğru yanaştım. Yaşlıca bir kadındı. Kollarıyla 2-3 yaşlarında bir çocuk tutuyordu. Yanına oturdum, tıpkı onun gibi. Kadın önce anlam veremediğim bir biçimde baktı. Ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. “Arame” dedim. Anlamadı. “Mere” dedim ve yine anlamadı. Mırıldanmaya devam ediyordu. Sonra yoldan geçen maratonculardan biri önüme demir bir şey bıraktı. Bu onların parası olmalıydı. Bu olay üzerine, kadın öfkelendi ve bana el, kol hareketleriyle bağırmaya başladı. Neden öfkelenmişti , hiç anlayamadım. Sonra beni itekledi ve sanırım doğru anladıysam gitmemi söyledi. İlk başladığım merdivenlere geri döndüm. Sonra, işte o adamı gördüm. Yaşlıydı. Bir bavulu vardı. Gözleri alınmıştı. Şişmandı ve elinde bir tomar çiçek vardı. Yavaşça alanın ortasına kadar ilerledi. Bavulunu yere koydu ve açtı. Aynasını, açtığı bavulunun kapağına koydu ve bir tıraş bıçağı çıkardı. Çok yavaş yüzünü yoklayarak tıraş oldu; sonra da dişli tarağıyla saçını taradı, özenle ikiye ayırdı. Elini tükrüğüne bulayıp, iyice düzeltti saç aralarını sonra bavulunu kapadı ve çiçeklerini alıp yavaşça yürümeye koyuldu.
No comments:
Post a Comment